28 Ekim 2011

Daha once hic sesimi neredeyse tamamen kaybedecek kadar cok hasta olmamistim; bu bir ilk. Boyle seyler zaten hep yalnizken olur. Hasta ve uykusuz gecen uc geceden sonra sonunda guvenli limandayim. Karnimin uzerinde mirlayan iki kedinin mistik iyilestirici gucleri var, yemin edebilirim!

19 Ekim 2011

bu kadar özlemek yasak olmalı



cennet mahallesi

İkisi bir arada sayın seyirciler! 
House'un son bölümünde (s8e3) hiç beklenmedik bir anda Michael Scofield karşıma çıktı. Ah Michael, seni daha çok görsek yeşil sahalarda
İşten eve on buçukta dönülen bir akşamın finali için harika düşünmüşsünüz, zahmet ettiniz. Teşekkürler!




İnanılmaz takdir ediyorum hem diziyi bir gün sonra hemen yüklemelerini hem de altyazıyı bu kadar hızlı ayarlayanları ama kızın ağzından Mikonos çıkarken nasıl Mikoni adası yazabilirsiniz? 13'ün bu kadar çirkin çıktığı bir kareyi yakalamaktan da mutluyum.








16 Ekim 2011

tivu

Televizyonla ilişkim hiçbir zaman iyi olmadı. Bütün bir günü evde geçirip de televizyonu hiç açmadığım zamanlar çoğunlukta. Genelde özel bir şey seyretmek için açıyorum televizyonu. Film ve dizi saatlerinde açıp, bitince kapatıyorum. Bu yüzden televizyon dünyasındaki gelişmeleri hep yüz yıl sonradan takip ederim. Ne reklamları bilirim, ne klipleri. Bilinçli bir tercih değil bu. Televizyon seyretmediğim zamanlarda çok müthiş işler yaptığımdan değil yani. Sadece sevmiyorum televizyonu, sıkılıyorum. Bu hafta sonunun birkaç saatini otel odasında geçirince televizyon kaçınılmaz oldu. Ülkem televizyonlarında ne olup bitiyor aydınlandım, ufkum açıldı. Bu beni bir süre idare eder!

Garanti Bankası reklamı:
Bu reklam gerçek mi? "Garantisiz kimse kalmasın bizce!"
Siz kimsiniz be? Eşekle tavuk. Garanti Bankası pazarlama ekibi gerçekten insanların eşek ve tavuğun önerisine uyup bankadan faydalanacağına mı inandı? Bu reklamı seyredince "Vay beee şahane olmuş" mu dediler? Dünyanın da parasını dökmüşlerdir reklama eminim ki. Hala inanamıyorum reklamın gerçek olduğuna. Solo albüm düşünüyormuş tavuk bir de. Hay Allahım ya.



Snickers reklamı:
Buna bayıldım! Muazzez Abacı ve Gönül Yazar ne güzel gitmiş oraya! "Açken sen sen değilsin" sloganını da çok sevdim. Gönül Yazar'ın şapkasından istiyorum ayrıca.


Gülben Ergen'in klibi: 
Yetişin! Gülben Ergen'in kaşları kaybolmuş! Ne bu şimdi, moda mı? Korku filmi karakteri gibi görünüyorsun tatlım, kendine gel. Depresyonda saçlarımızı değiştiriyoruz, kaşlarımızı değil!


Gökçe isimli şarkıcının neye benzediğini gördüm. Sanırım Eyşan Özhim'i köylü kadın kılığında gördüm ama olaya anlam veremedim. Bir de bir reklamda Ebru Akel kendini "dünyanın en güzel kadını gibi" hissettiğini söylüyordu hatırlayamadığım üründen kullanınca, ona şaşırdım. Allah aşkına Ebru Akel'i beğenen biri var mı ya? Ne güzel bir şey insanın kendini öyle hissedebilmesi!

Sonra karşıma Tarık Akan ve Hülya Koçyiğit'li "Kaderimin Oyunu" isimli şaheser Türk filmi çıktı. Televizyon maceram o noktada sona erdi. Mutlu mesut filmimi seyrettim. Televiyonu kapattım. Oh.


Hafta sonunu İzmit'te geçirdim. İzmit'i elimde harita, turist gibi gezmeyi becerdim, kendimi tebrik ederim. Şehir gençlerinin Koton mağazasına karşı anlaşılamaz ilgisi ve İzmit'le ilgili daha birçok mühim tespitim azzzz sonra.

14 Ekim 2011

iş-ev rutini şehir tanımıyordu!

Ben hani "Yeni Başlayanlar için İstanbul" serisi yapacaktım ya, ne güzel patladı o seri; değil mi? Ev-iş ağırlıklı bir düzene geçtim ve şehirde boş boş gezerek tuhaf tecrübeler edinme şansım azaldı. Akşam geç saatlere kadar çalışınca da açıkçası hangi şehirde yaşadığımın pek farkında olamıyorum. Hiç deniz görmedim mesela bir haftadır. Yalnız İstanbul'da geçirdiğim şu mini mini süre içinde anlamamanın imkansız olduğu bir şey gördüm: Herkes sürekli trafikten bahsediyor! Özellikle taksi şoförlerinin performansı inanılmaz. Hem bütün gün trafiğin içinde canın çıksın, hem de tek sohbet konun bu olsun. Sadece taksiciler değil, herkes sürekli trafikten bahsediyor. "Çok sıkıcısın!!" diye bağıracağım birine, rahat edeceğim. Bu şehirde yaşayıp da bu konudan uzak durmak mümkün değil farkındayım da, konu hakkında konuşuldukça içim daralıyor. Benimse trafikle ilgili tek derdim şu: Sabah 15 dakikada gittiğim yolu akşam neden 1 saatte gidemiyorum? Sabah işe giden sayısı bu kadar azken, akşam işinden dönen insan sayısı nasıl bu kadar çok olabilir? Bu insanlar işe benden geç gidiyorsa neden benimle aynı saatte dönüyorlar?

Bir sonraki konuda şunları inceleyebiliriz: Taksi bulamama konusu. Çevrenizdeki 8 tane durağı arayıp taksi bulamama konusu. Sizi almayan boş taksiler konusu. Taksiciler bizimle dalga mı geçiyor konusu. "Nerden gideyim abla?" sorusuna konuya çok hakimmiş gibi cevap verme taktikleri konusu. Hiç yol bilmezken konuya çok hakimmiş gibi davranma taktikleri konusu. Taksicinin taktikleri yememesi konusu. Taksi konumuz zengin içeriğiyle sizi büyüleyecek!

Ve konuyla ilgili fotoğrafım olmadığı için "Ev hanımıyken yaptığım gezilerle avunuyorum" kontenjanından: Kahvaltıya gidilen Karaköy Namlı'da ahtapottan gözünü alamamak. Kahvaltıda ahtapot yesem ne olur diye düşünmek. Ne olur ki ya? -hala düşünüyorum, bence bişey olmazdı :)


10 Ekim 2011

yaz bitti!

Havalar iyice soğumadan yaza ait aklımda kalan güzel şeyler burada olsun istiyorum. Yılın bu dönemi benim için her zaman olduğu gibi yazla vedalaşamamakla geçiyor. Çorap giymemek için ısrar etmek, ince hırkalardan daha kalın bir şeyleri reddetmek hep Ekim başının işaretleri. 

Cuma günü Gizem evlendi. Şimdi sıcacık bir ülkede. Her şey değişiyor, değişiyor, değişiyor. Hem de öyle hızlı ki, artık zaman zaman kendimi olaylara dışardan bakarken buluyorum. Artık biraz yavaşlasın mı? Günlerimin farkına varabilmek istiyorum.

Belki de bu yüzden çok iyi geliyor yaz fotoğraflarına bakmak. Çünkü yaz yavaş. Dakikalarını anlıyorsun, hayat değil sen yaşıyorsun gününü.
Hımmm. Bişeyler beni düşündürünce mutlu oluyorum. Ben günümün yüzde doksanında öylesine şeylerle uğraşırken (kalan yüzde onunda atom çekirdeğini bölüyorum) insanlar kafa yoruyorlar, dünyayı değiştirebileceklerine inanıyorlar. Ben genelde saçımı yapmaya üşeniyorum.
 Mesela sıfır kilo ağırlığındaki kediler de hayatın anlamı olabilir. Çok ciddiyim!
Denizden gelip ıslak mayoyla sandalye minderine oturmak ya da oturmamak. İşte büyüdüğünü böyle anlayabilirsin.
Türk kahveleri bile gülümsüyor, bu hafta belki de güzel geçer.

5 Ekim 2011

Konuşurken "yapıorum" diyen bir insan evladı var mı ya?

Birinin "yapıorum, ediorum" şeklinde bir şeyler yazdığını görünce, onun gerçekten boş biri olduğunu düşünüyorum, elimde değil.

3 Ekim 2011

Tırmık




Tırmık çok güzel. Tırmıkla Ufo beraberken her şeyden güzeller.

2 Ekim 2011

vem vet

Evet ben iğrenç bir blogger oldum. Hayatımı yoluna koyup tekrar yeşil sahalara dönmek isterim ama öyle bir yoğunluk içine girdim ki bilgisayarla keyif için bir şeyler yapmak lükse dönüştü.

Tekrar çalışmaya başladım. Oldukça yoğun çalışıyorum ve hafta içi akşamları daha çok muhallebiye benziyorum. Hafta sonlari ise sevgili arkadaşlarımın hepsi üst üste evlenmek için anlaşmış oldukları için süslenip püslenip altınımı alıp düğüne gidiyorum! Düğünler genelde Ankara'da, o yüzden hafta sonu ayrı koşturmaca oluyor. Ama bu bahaneyle ailemle vakit geçiriyorum, kedilerimi görüyorum, hem de dişçiydi vs. henüz İstanbul'a taşımayı göze alamadığım konuları hallediyorum. Önümüzdeki hafta sonu Gizem evleniyor ve düğün maratonu büyük final yapıyor. Hafta sonu Gizem'in bekarlığa vedasını yaptık. Tekila, sotb, jager, b52 derken barda shot yapılmadık şey bırakmadık sanki hayatımızda ilk defa bara gitmiş gibi. Uzun süredir böyle eğlenmemiştim. Sabah apranax fort'u bulanın şerefine neskafemi kaldırdım. 2 senelik tekila içmeme yeminimi bozmuş olabilirim, yeminime kaldığım yerden devam edeceğim, deli gibi eğleniyor olsam da aklımı başıma alacağım, 35 tane içkiyi karıştırmayacağım.

Güzel şeyler oluyor. Filmekimi başlıyor. Extremely Loud and Incredible Close'un filmi çekiliyor. Film taaa Ocak sonu gösterime girecek ve ben o zamana kadar nasıl sabredeceğim bilmiyorum. Jonathan Saffran Foer, seni seviyorum. Sonra, New Girl çok eğlenceli. Yoksa Zoooey Deschanel ne yapsa güzel mi oluyor?


Şuna da on saat güldüm.